Be Agile.
Yaklaşık 7 yılı aşkın süredir çevik danışman olarak çalışmaktayım(çeviklikle 2006 dan beri haşır neşirim) ve bu süre zarfında bir çok organizasyonun çevik dönüşümlerdeki temel motivasyonlarından bir tanesinin takım seviyesinde çeviklik olduğunu gözlemledim. Bir çok organizasyon çevikliği veya çevik yöntemleri bir teslimat/proje yönetim aygıtı olarak görmekte. Durum böyle olunca da harcanan efor ve bütçeler de takım seviyesinde kalmakta. Takım seviyesinde çeviklik denince de akla gelen ilk ve en yaygın yaklaşımın/yöntemin Scrum olduğuna herhalde kimse itiraz etmez. Tabi Scrum'ın ne kadar iyi uygulandığı tartışılır ama konumuz bu değil. Şimdi Scrum uygulayan bir takıma biraz yaklaşarak bakalım :
“Büyük İstifa Dalgası” kavramını duymuşsunuzdur. 2020 yılında Covid-19 salgınının tüm dünyada sebep olduğu belirsizliğin yarattığı korku nedeniyle insanlar mevcut işlerine devam etmeyi tercih etti, bu da istifa oranlarının düşmesine neden oldu. Bu sırada pandemi nedeniyle çalışma şeklimiz de değişmeye başladı. Covid-19 önlemleri kapsamında uzaktan çalışma, esnek çalışma gibi seçenekler hayatımıza girdi. Önlemler, kısıtlar başka çalışma şekillerini deneyebilmemiz için fırsat yarattı. Aslında, bu bir buçuk yıl bize uzaktan çalışmanın bir alternatif olabileceğini gösterdi ve uzaktan çalışsak bile işlerin sorunsuz bir şekilde devam edebileceğini kanıtladı.
Kızım sayesinde izlemeye gittiğimiz “Encanto: Sihirli Dünya” filmi son zamanlarda üstüne düşündüğüm bir konuda bana ilham verdi. Walt Disney Pictures’ın son dönemde kız çocuk kahramanları ön plana çıkardığı filmleri beğenerek izliyorum😊 Benim filmden aldığım mesajlar ise eğlenceli bir çocuk filmi olması ve kız çocuklarını ön plana çıkarmasının da ötesinde. Bu filmi organizasyonlar ya da takımlar için bir metafor olarak alıyorum.
Agile dönüşüm çalışmalarında hep bir “kültür değişiminden” bahsederiz. Nedir bu “kültür” dediğimiz şey? Yenir mi, içilir mi? Belki de önce onu bir anlamamız lazım.
Son dönemlerde çevremizde birçok Çevik Koç tipleri görüyoruz. Bunları esprili bir şekilde ele alalım, güçlü ve zayıf yanlarını, bu durumdan çıkış önerilerini birlikte bir seri halinde inceleyelim istedim. Okuyanlar farklı tespitleri iletirlerse yorumlara birlikte geliştirmiş oluruz. Tek şart, belirlenen isimde bir espri olmalı.
35 yıllık Braun marka kahve makinesinin artık iyice sararmış kahve haznesini açtım. Kağıt kahve filtresine tahta değirmende öğüttüğüm mis gibi kokan kahveyi koydum. Su haznesinin kapağını açtım, 3 kişilik su ekledim. Düğmeye bastım, birkaç dakika sonra mis gibi kahve kokusu evi sarmaya başladı. Bir kez daha sordum kendi kendime her sabah olduğu gibi, “neden hala bu eski kahve makinesini değiştirmiyorum ki” Sonra kahvemi almaya gittim, birazcık süt ekledim, bir yudum aldım. “Boş ver” dedim yine, “işte mis gibi kahve”. “Kahve bittikten sonra makineyi kapatmayı unutmamam lazım” diye geçirdim aklımdan… güldüm sonra “Değişime ne kadar kapalıyım!”….
Ankaralı olanlar veya benim gibi uzun süre Ankara’da yaşayanlar bilir. Ankara’da “Gardaş” ve “Gardaşım” ifadeleri sık kullanılır. Yazılış olarak çok benzer gibi görünseler de aslında kullanım yerleri çok farklıdır bu iki kelimenin.
Yakın zamanda katıldığım bir Agile Liderler roll-out çalışmasında ülkemizdeki en büyük teknoloji şirketlerinden birisinin CEO'su "Siz Agile diyorsunuz da ben her hafta yönetim kuruluna satır satır bütçe, gelir hesabı veriyorum, bütçe en basit detayına kadar sorgulanıyor.
Sektörde en azından ortalama ücret ödeyen bir organizasyonda çalışıyor olmak, parçası olunan organizasyonunun hiyerarşi kademelerinde yükselmek, "altında daha fazla adam çalışması" ve diğerlerinden daha fazla para kazanmak, karanlık çağlarda bir işgöreni¹ başarılı yapan şeylerdi (Gattiker ve Larwood, 1986).
“Evlendikten sonra yüküm artmıştı, aldığım günlük 10 liralık yevmiye yetmiyordu. Ustamdan zam istedim ama canımı al paramı asla diyen ustam hiç oralı olmadı. Geriye tek bir seçeneğim kalmıştı, kendi işimi kuracak, kendi tezgahımda pişirip satacaktım. İlk dükkanım basitti, 3 tekerlekli bir tabla...”
İlk işe girdiğim yıl bir süre çalıştıktan sonra, şu an Türkiye ekonomisine yön veren bir noktada olan, çok sevdiğim ve üzerimdeki emekleri için minnettar olduğum ilk yöneticim önüme iki kâğıt koymuştu. Yanlış hatırlamıyorsam mor ve sarı renkli “Tezkiye” kağıtları. Evet ilk performans değerlendirmemi elektronik olmayan bir ortamda kağıtlara yazılan ve sonrasında 3 kopyası dosyalara kaldırılan bir biçimde almıştım. Gençler bilmez, o zamanlar yer kabuğu tam soğumamış durumda. Memeliler olarak yeni yeni dünya hakimiyetini aldığımız dönemler.
Altay Spor Kulübü ile, 71 yaşında, süperliği kendinden menkul futbol ligimize geri dönen Mustafa Denizli hocamın meşhur repliği “Maçı kafamda oynattım.” Ben de pandemi dönemi “Online Agile Koçluğu” ile pandemi öncesi “Fiziksel Agile Koçluğu” maçını oynattım kafamda. Skoru en sonda söyleyeceğim ama spolier verebilirim. Biraz bizim halı saha maçlarına benzedi. 10. dakikadan itibaren başlayan yorgunluk etkisi ile kimsenin defansa dön(e)memesi sonucu bol gollü bir mücadele.
Çok eskiye gitmeye gerek yok, bundan en fazla 15 yıl öncesi kadardı. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda Agile Coach, Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşması gibi, organizasyonlarda gördüğümüz aksaklıklarla boğuşuyorduk. Bürokrasi, suçlama oyunları, kapsam savaşları, işbirliği eksikliği, yöneticilerin hiyerarşik yönetim anlayışları vb. hepsi ile aynı anda mücadele ediyorduk. Bu boğuşmaca sırasında az hırpalanmadık, ama her zaman dimdik ayakta durduk.
Hans Christian Andersen'in "İmparator'un Yeni Giysileri" masalını bilirsiniz. Eski zamanlarda, çok uzak diyarlarda yaşamış, kendini beğenmiş, baskıcı, halkın fikirlerine saygı duymayan bir kralın düştüğü acınası durumu anlatan kısa masaldan bahsediyorum.
“Bilgisayar çağını her yerde görebiliriz ancak üretkenlik istatistikleri hariç.”
Büyük ihtimalle bu yazı, psikolojik güvenlik konusunda karşılaştığınız ilk yazı değil. Son zamanlarda oldukça yaygın olarak kullanılan bu kavram hakkında birçok yazı yazıldı, üzerine başarı hikayeleri anlatıldı. Bu yazının amacı, psikolojik güvenlik kavramını farklı bir açıdan değerlendirmek: günümüzün organizasyonlarında “olsa iyi olur” denilen bir şey mi yoksa “artık olması gereken” mi?
On binlerce yıldır bu eski püskü makineyle yani beynimizle yaşıyoruz. Kabul etmemiz gerekiyor ki bu emektar makine işinde gerçekten çok iyi. Peki bu makinenin esas işi ne olabilir?
“Önce Kendini Dönüştür, Sonra Başkalarını Dönüştürmeye Kalkış”
Yeni operasyon modelini Agile bakış açısı ve yöntemler ile dönüştüren organizasyonların en önemli sorularından birisi de Performans Yönetimi. Hatta bu konuda günün sonunda çalışma arkadaşlarımızın maddi kazançlarını etkilediği için deneysel yaklaşımın en zor uygulandığı alanların başında geliyor.
“Kumülonimbus bulutları, fırtınalı havalara işaret eder. Yerden 20 km yüksekliğe ulaşabilen bu bulut türü; dolu, kuvvetli rüzgar, gök gürültüsü, şimşek, kuvvetli yağış ve hatta hortumlara neden olabilir.”
İnsanlık tarihinin belki de en hızlı dönüşüm yaşadığı dönemdeyiz. Hemen hemen her gün yeni bir ürün, hizmet, teknoloji veya inovasyon karşımıza çıkıyor. Bu hızlı değişim ortamı, beraberinde karmaşıklığı ve belirsizliği de getiriyor. Organizasyonların böyle bir ortamda geleneksel kodlarında bulunan düşünce yaklaşımını ve iş yapış şekillerini kullanması başarılı olmalarını ve hatta hayatta kalmalarını zorlaştırıyor. Bu nedenle yeni yaklaşımlar oluşturmak ve şirketlerin de bu yaklaşımlara uyum sağlamaları gerekiyor.
Bir önceki yazımda daha çok, OKR kullanmaya yeni başlayan takımlar ya da durumlarını gözlemleyip ona göre hedef belirlemeye çalışan takımların kullanabileceği bir yöntemden bahsetmiştim. Bu yazıda ise hem vizyon hem de OKR belirlemenize yardımcı olabilecek ve yönetim seviyesinde de kullanabileceğiniz bir akış paylaşacağım.
Dünya, aniden ve yıkıcı gelen Covid-19 salgınının etkisi altına girdi. Salgın, zaten çok yüksek olan değişim hızını ve bilinmezliği olağanüstü boyutlara taşıdı. Bugün bırakın 1 yılı, 3 ay sonra bile bizleri nasıl bir dünyanın beklediğini kestirebilmek neredeyse imkansız. Peki gündelik hayatın olmazsa olmazı ürün ve hizmetleri sunan şirketler böyle bir ortamda ayakta kalabilmek için nasıl yönetilmeli?
Temmuz ayında başlayan ve halen yer yer devam etmekte olan yangınlar konusunda birçoğumuz gibi ben de sürekli gelişmeleri takip eder ve kendimi çaresiz hisseder durumdaydım.
Bu yazıda Agile dönüşümlerde mevcut yönetici sorumluluklarının nereye adreslenebileceği sorusuna en klişe haliyle Spotify modeli üzerinden cevap vermeye çalıştım.
Fransa’da FAVI adlı bir doküm şirketinin 30 yıl boyunca CEOluğunu yürüten ve ardından da “Saf ve Tembel Küçük Bir Patron tarafından Özgürleştirilmiş Şirket” adında bir kitap kaleme alan Jean-François Zobrist beni çok şaşırttı.
İşinizin içeriği ya da sektörünüz gereği birçok veri kullanabilirsiniz tabii ki, ancak evrimsel yani adım adım ilerlemek adına temel Kanban metrikleriyle başlamanız bu yeni çalışma şekline uyumlanabilmeniz için oldukça etkin bir adım olabilir.
Agile (Çeviklik), bir organizasyonun yeni koşullara uyum sağlayabilme ve yeni iş fırsatları yaratmak için yönünü değiştirebilme yeteneğidir.
Kanban, 2000’li yılların başında David J. Anderson tarafından geliştirilmiş evrimsel bir değişim yönetim metodudur. Bilgiye dayalı olan her türlü iş için kullanılabilen Kanban; pragmatik, hemen eyleme geçilebilen ve veri temelli bir yaklaşımdır.
“Product Owner” Scrum Takım’ında Geliştirme Takımı’nın hangi işleri yapacağını belirleyen kişidir. Bu anlamda kabaca takımın yapacağı işlerin “iş değerine” göre sıralı bir listesini içeren “Product Backlog” un yöneticisidir. İş taleplerini netleştirmekten ve önceliklendirmekten sorumludur. Yazılım projesini yolda giden bir araca benzetecek olursak Product Owner direksiyonda oturan kişidir.
Scrum Master, Scrum Takım’ı içerisinde yer alan ve en yalın hali ile takıma koçluk eden kişidir. Bu anlamda Takımı’na hizmet eden ve destek olan bir hizmetkar lider rolünden bahsediyoruz. Scrum Master’ın rolünü daha iyi anlamak için, fazlaca detaya inmeden, temel görevlerini incelersek;
Evet, seçtiğim sektörde tecrübeli danışmanla iletişime geçmek istiyorum.